Uluç Algan

Sep 9, 2021

2 Eylül Cuma, atölyenin ikinci günü, Koyunbaba Antik Taş Ocağı, Taş Evler Sitesi, Sandıma Köyü, Yalıkavak Marina, Westmacott Evi, Richard Meier Evi ve Ai Evi’ni ziyaret ettik.  Geziye Koyunbaba Antik Taş Ocağı ile başladık. Rotanın buradan başlaması, ağırlıklı olarak taş yapıları ziyaret ettiğimiz için güzel bir başlangıç noktası oldu. Halikarnasos Kalesi’nin taşlarının çıkarıldığı taş ocağında Ahmet İğdirligil’in bilgileri doğrultusunda taşın nasıl çıkarıldığı, bazı kayalara neden dokunulmadığı hakkında önemli bilgiler edindik.

Taş Evler Sitesi’nde, evlerin eğimli araziye çok özenli, birbirlerinin manzarasını kapatmayacak şekilde yerleştirilmiş olmasından çok etkilendim.

Sandıma’daki evlerin donanım elemanlarıyla beraber inşa ediliyor olmasının yapıya muhteşem bir bütünsellik katmış olmasından ve niş kullanımının fonksiyonelliğinden çok etkilendim. Ahmet hocanın bu yapılar için kullandığı “basit ama ilkel değil” tanımlamasını evleri gezerken daha iyi anladım.

Westmacott Evi’nin merdiveni ile havuzunun tasarımından ve konumlanışından çok etkilendim. Ahmet İğdirligil’in tüm yapılarında karşılaşılan, seyredilen değil, yaşanılan ve deneyimlenen mekân yaratma eğilimi bu yapısında da çok dikkat çekiciydi.

Meier Evi Bodrum’lu bir yapı değildi. Bence, bu coğrafyada nasıl bir tasarım yapılmaması gerektiğine örnek bile sayılabilirdi. Gezdiğimiz diğer yapılar ile karşılaştırıldığında bu yapıda, mimarlığın naifliğinin kaybolmuş olduğunu fark ettim. Güneş ve rüzgâr çok rahatsız ediciydi. Yapının yere ait kılınmamasının doğrultusunda, tüm gün klima çalışması gerekliliği gibi durumlar ile karşılaşıldığından bahsedildi. Gezi sürecinde ziyaret ettiğimiz diğer yapılar seyredilen değil yaşanılan ve deneyimlenen mekanlarken Meier Evi kesinlikle böyle değildi.

Son ziyaret ettiğimiz, 1993 ile 1996 yılları arasında Ahmet İğdirligil’in kendisi için tasarladığı yığma taş konut yapısı olan Ai Evi, Bodrum’da, Yalıkavak eteklerinde konumlanıyordu. Gezide beni en çok etkileyen yapılardan biriydi. Ai Evi’nin Türkiye’deki en çok deneyimlemek istediğim yapılardan biri olması, yapıda geçirdiğim her dakikanın benim için ne kadar değerli olduğunu hatırlattı. Arazide İğdirligil’in evinin yanı sıra misafir evi ile bir hamam da bulunuyordu. Ahmet İğdirligil Evi, inşa edildiği dönemde, yönetmeliklerin günümüzdekinden farklı olmasının doğrultusunda, bugünlerde pek sık rastlayamadığımız nitelikli bir taş yığma yapı örneğiydi. Dört mevsim yaşanılan bu yapıda, Doğu, Güney ve Batı olmak üzere üç farklı terasın bulunması, farklı mevsimlerde ve günün farklı zamanlarında dışarıda kullanışlı alanları deneyimlemeyi mümkün kılıyordu. Bu durum evin seyredilen değil yaşanılan ve deneyimlenen mekanlardan meydana geldiğinin göstergelerinden biriydi.  İnşaat sürecinde dolgu için araziden dışarıya toprak atılmaması ve araziye dışarıdan toprak getirilmemesi, mevcut ağaç dokusunun ve doğal terasların korunması ise sürdürülebilirliğin yanı sıra İğdirligil’in “yer” e verdiği değeri de gözler önüne sürüyordu.  İğdirligil konuşmalarında, Sandıma Köyü’nün onun için bir okul olduğunu dile getiriyordu. Bu yapısının tasarımında da Sandıma’daki yapım tekniğinden öğrenilen uygulamaları görmemek mümkün değildi.  Projede, geleneksel taş evlerdeki çözümler ve yöresel malzemeler modern insanın yaşam gereksinimleri ile bir araya getirilmişti. Evin içinde geleneksel musandıralı evlerde olduğu gibi, tuvalet dışında diğer mekanların girişinde kapı bulunmuyordu. Eski evlerde bulunmayan fakat modern yaşamda yer alan mutfak, tuvalet ve banyo, İğdirligil tarafından basit kübik formun içine, musandıralı ev geleneğini en az farklılaştıracak şekilde yerleştirilmişti. Yapı, musandıralı ev tipinde olduğu gibi odalardan değil bölmelerden meydana geliyordu.

 

Yapı, oransal bakımdan benzer iki evin uçlarına eklemlenen tuvalet, banyo ve mutfaktan meydana geliyordu. Mekanlar ortadaki uzun bir koridorla birbirlerine bağlanıyordu. Evin omurgasını oluşturan koridor, evin bir ucundan diğer ucuna kadar devam ediyordu. Koridorun bir ucunda yatak odası, tuvalet ve banyo diğer ucunda ise mutfak konumlanıyordu.  Ahmet İğdirligil yapıyı inşa etmeden önce projenin gerçekleşeceği araziye günün farklı saatlerinde ve farklı mevsimlerde rüzgâr, güneş, yağmur gibi verileri değerlendirmek için arazide zaman geçirdiğini ve bunun doğrultusunda tasarıma başladığını dile getiriyordu. Bu durumu evde geçirdiğim her an daha iyi anladım. Yapının, iklim ve topoğrafya ile kurulan nitelikli ilişkisi, topoğrafyayı değiştirmeden yerleşmesi, iklim verilerine uygun yönlenmesi, tasarımda seçilen malzeme ve yapım tekniğinin geleneksel olduğu kadar yenilikler de içermesi ve tasarımın bölgenin geçmiş mimarlıklarına ait referanslar kadar ait olduğu kültüre de referanslar vermesi yapıyı Eleştirel Bölgeselcilik kavramı ile ilişkilendirmeyi de mümkün kılıyordu.

4 Eylül Cuma, atölyenin dördüncü günü, Mustafa Paşa Kulesi, Mindos Kapısı, KB Evi, Don Frey Evi, Bodrum Kalesi, Bodrum Mimarlık Kitaplığı ziyaret edildi.  Dördüncü gün gezimize Mustafa Paşa Kule Evi ile başladık. Bu yapıda, restorasyonun tanımına uyan aynı malzeme ve aynı teklikle yenileme yapılmış olması beni en çok etkileyen noktaydı. KB Evi’ni gezerken ise Aİ Evi’ni gezerken hissettiğim benzer duyguları yaşadım, benzer noktalardan etkilendim.

Bu atölyede Türkiye’deki en sevdiğim mimarlardan biri olan Ahmet İğdirligil’in yapılarını kendisi ile ziyaret ettiğim ve birebir onun ağzından dinlediğim için kendimi çok şanslı hissediyorum. İlk defa sevdiğim yapıları, mimarıyla beraber ziyaret ettim. Gerçekten çok özel ve unutamayacağım bir deneyimdi. Yapıları gezerken sürekli keşke şantiye aşamasını da görebilseydim düşüncesi aklımdan bir an olsun çıkmadı. Yapıları gezerken çözülen detaylar karşısında heyecandan avuçlarımın terlediğini hatırlıyorum. Bu atölye sayesinde benim için en özel mimarlık ürünü olan taş yapılar hakkında birçok yeni bilgi edindim.  Atölye kapsamında öğrendiklerimizi aktararak gerçekleştirdiğimiz tasarımı, atölye sonunda değerli jüri karşısında sunmak ve üzerinde tartışmak ise çok özel bir deneyimdi.